18.6.18

naparmış?

Karadeniz'in yeşiline içim gide,
Halayın (pardon horonun) içinde kıvrıla,
Düğün pastası kemire,
Minuruma çokça sarıla


-madığım bir gün oldu dün ve bugün.

Bir gün o balkonda kahve içmek üzere sözleştik!



Yine de umudumuzu yitirmedik benzer olaylara yaklaşmamıza sevindik.
Bunu da atlattık.





3.1.18

hey you!

Selam sana 2018!
Selam sana uzunca bir süredir ihmal ettiğim canım blogum!

Bir de baktım en son mayıs ayında bir şey postlamışım. Aradan geçmiş 7 ay.
Postu oluşturmaya başlayalı aradan geçen yarım saati dee hesaba katacak olursak, gerçekten büyük zaman. Bu zaman aralığında neler değişti neler oldu diye (en azından sonra okuduğumda hatırlamak için) bişiler yazmak isterdim ama sanırım yapamıcam.

Ama şey yapabilirim sanırım 2017'de neler yapmadım? Belki buradan yola çıkarak 2018'de yapmak istediklerim hatta mini bir de to do list oluştursak fena mı!

NOT DONE LIST
-Bisikletimi tamir ettirmedim, hiç bisiklete binmedim!
-Eve 5 dk mesafedeki küçükyalı sahilde sabah ya da akşam yürüyüşe çıkmadım.
-Tezimi resmen unuttum. Hakkında makale yazmaya resmen tenezzül etmedim.
-Goodreads 25 kitap challenge'ını tamamlayamadım. 23'le seneyi kapattım.
-Seramik kursuna başlamadım. Hala seramik pişirmedim.
-Düzenli spor yapmadım, düzenli ve sağlıklı beslenmedim.
-Hala turistik İstanbul gezisi yapmadım
-Kodlama, web tasarım öğrenmedim.
-Yarışma projesi yapmadım.

Aklıma geldikçe editlenecek bir liste oluştu burada.
Şimdilik kısa bir selamlamayla yetineyim. Az kitap okuyup uyuyayım.




30.5.17

hey hay!

Nerede kalmıştık demek için çok geç kaldım çünkü köprünün altından üstünden her yerinden çokça sular aktı çokça şeyler değişti, değişmeye devam ediyor.
 
Ama geçen gün eve doğru gerçekleştirdiğim otobüs yolculuğıında kızım özlem neden bişeyler yazmıyosun zaten beynin leblebi kadar unutcaksın işte 2017nin ilk yarısında neler yaşadın neler oldu neden anlatmıyosun dedim kendi kendime. Sonra düşündüm eğer yazacak olsaydım ne yazardım diye. Herhalde hayatımın genel akışında günlerimin nasıl geçtiğinden ziyade genel olarak hissettiklerimi yazardım. Yani atıyorum günün hangi saati evden çıkıp ofise hangi saatte hangi araçla vardığımdan öte (ki bence bunlar da önemli detaylar hatırlamak için - dur kısadan bi anlatayım minibüsle gidiveriyorum yolda genelde kitap okuyuveriyorum eğer yürürsem sahilden hafif bir tempoda 1 saat 15 dk gibi bir sürede ofise varıp hemencecik üstümü değiştirip tostumu yapıveriyorum.-) Lafı açılmışken ocak sonundan beri Caddebostan'da bir ofiste gizli kapaklı işler yapıyoruz. Bu işi bana bağışlayan Hazankuşum, benim bir iki gün önce görüştüğüm iş yeriyle anlaşmış ve bayrağı bana teslim etmişti. İnsanın hayatında Hazan gibi biri varken başına kötü şeylerin gelmesi pek mümkün olmuyor. Ama Hazan o ofiste mutlu olamayınca işten ayrılıp kendini mutfaktaki fırına teslim ettiği zamanlarda bende bir suçluluk duygusu bir utanma duygusu... Neyse ki şimdi yine düzenini kurdu, çok istediği güzellikte yeterince kurumsallıkta bir işe sahip oldu. Kalp.
 
Ocak ayından başlayıp Mayıs'a kadar neler olduğunu anlatacak değilim böyle satır satır ama belli başlı olaylardan biridir ki MEZUNİYET! Gözlerimi parlatan parmaklarımı kıpırdatan başlangıça sahip master hayatımı THIS IS THE TIME TO REMEMBER, CAUSE IT WILL NOT LAST FOREVER nidaları sayesinde bitirdim! BUT TIME CHANGED ve mezun oldum. Hem de beklemediğim şirinlikler içinde. Master öğrencisinin korkulu rüyasıydı jüri. 15 Ocak'ta nasıl uyuyp 16 Ocak'ı nasıl atlatacağım kabusları görürken 16 Ocak'ta babama güzel bir doğum günü hediyesini verecek konuşmayı dinlemiş ve memnuniyetleri gözlerden okumuştum. Kendime güvenemediğim çoğu anların en yoğunu böyle geçip gittiğinde evet öss tercihlerimde hayatımın tüm şansını bitirdim ve üzerinde İstanbul'a mastera geldiğimde artık şans kırıntılarını harcıyorum dediğim anda herhalde artık kesin bitmiştir şansım diyebiliyorum. Hala kendime o kadar güvenemiyorum ki diplomayı aldıktan sonra bile açıp okumadım tezimi. Hata görmekten ya da kendime gülmekten korktuğumdan tabi ki. Böylesi düşünmemek için en iyisi. Düşünmemek ya da saçma sapan şeyler düşünmek üzerine yazacağım makaleler de hep korkudan erteleniyor mesela. Ne gerek var diyorum tekrar acı çekmeye.
 
İstanbul'a gelirken insanların idealleri olur, idealleri peşinde koşar. Çoğunlukla da başarır. Nedense ben ideallerimden şimdilik vazgeçmiş günübirlik hayattan maksimum zevki almaya çalışan saçma sapan bir bireye dönüştüm. Kafası denklemler ve sorunlarla dolu olarak devam edebiliyor olsaydım eminim böyle saçma sapan bir birey olmanın hayalini kurardım, şimdi tekrar düşünmek istiyor olmam gibi. İstiyorum istemesine ama oturduğum yerden. Hatta yattığım yerden. Ben bir şey isteyince kocaman bir buzdolabı olan evren bana bunu yoktan yere sunmayacak. 2010 yazının bir akşamı tartışılan bu konuya 2017 yazında bakış açım amma da değişmiş. Ama bir yandan Gündem Özel'de dinlediğim kuantumcu ablaya da hak veriyorum.  Ben bu koltuktan nasıl düşmüyorum diyor. Neyse o başka bir mevzu da asıl söylediği şey şu ki (eğer gece 2ye kadar oturup izleyemiyorsanız diye söylüyorum - alternatif bir yöntem olarak çizim yaparken arkada kaydedilmiş yayını da dinleyebilirsiniz tartışmalar kafa açıyor.) heh ne diyorum. Soyut olarak düşündüğüm her ne var ise aslında düşündüğüm an somutlaşıyor. Bir şekilde somutlaşıyor yani. Araba düşününce pıt diye gökten araba düşürememenizin nedeni doğrultusunda somutlaşıyor. Ama hala bir araba varedebilirsiniz. Keep dreaming olayı. İstemeye ve onun için çalışmaya devam edin.  İşte ben istediğim şey için çalışmaz isem zaten pıt diye oluvermeyecek. Ne istediğimi biliyor muyum o da ilginç ve cevap verilmesi gereken sorularımdan biri.
 
Neyse bu postu hatırlamak istediklerim üzerine yazacaktım yine çivisi çıktı. İstanbul'da şimdilik herşey gayet güzel, normalleşti ve yuvarlanıp gidiyor. Büyüyerek gitmiyor olsa da yuvarlanıyor. Şubat'ın başından beri, bir daha sahip olamayacağım(ı tahmin ettiğim) kadar keyifli bir evde oturuyoruz. Şu ara tek derdim yaz bitiyor ve ben hala bisikletimin tekerini yaptırmadım oluyor. Derdimi s*kmeden önce bir düşünelim. Yok vazgeçtim düşünmeyelim eller serbest.
 
Kimsenin derdi tasası olmasın, Özlem aile fertlerinden bir başka minnoşa davetiye tasarlamaya, erkeğini mutlu edecek tatlı tarifleri öğrenmeye devam etsin. Bir de pilates olayını sürekli hale getirirse efsane olur. Yani 3 haftalık dersten sonra ramazan geldi diye atlamak olmasa keşke. Dersi kesintiye uğratmayı kendin istedin kızım. İftardan sonra napıyosan yap. Yapabiliyosan yap. Saat 1i geçmiş. Beyaz yakalı sahur vakti. Yeni bir yılın ilk 5 ayını da yedik gitti. Yaz kapıda artık geldi neredeyse. Aheyççu. Sokağa çıkmadan önce kremlerimizi sürelim. Yüzümüzü yıkamadan yatmayalım. Yaklaşık 1 ay önce geçirdiğim iğrenç operasyon ve dehşet faturasıyla tekrar karşılaşmamak için dişlerimizi güzelce fırçalayıp diş ipi kullanalım. Birbirimize sarılalım öpelim uyuyalım. Seramik broşlar minnoşlar yapalım ve onları satalım ek gelirimizle ister ayakkabı ister dolar alabilelim
Muç
 
Bu artwörk ile bir "kırık ortakal ne yaptapa" etkisi mümkün

13.1.17

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Nasıl uyuyacağım nasıl?
16 Ocakta uyanmam gerek
16 Ocağa uyanmam gerek
15 Ocak akşamı 
Nasıl uyuyacağım?
Nasıl?

26.9.16

canım kış...

Az önce Hazan'ın kış üzerine sitemlerini okuduktan sonra zaten 3 gündür dilimde olan şeyi ben de yazayım istedim. Canım kış.
Geçen haftanın ortalarından itibaren güneşten gözümüzü açamadığımız sıcak günler yerini aniden buluttan yansıyan ışıklardan dolayı yine açılamayan gözleri yaşartan soğuk havalara bıraktı. Tabi hazırlıksız yakalanma durumlarında "a a noluyo canım böyle?", "nedir yani?" diye düşünülmedi değil. Ama yine de kar istiyor canım kar!
 
Yazı sevmediğim konusunda cemiyette etmiş olduğum laflara ek olsun, şu da şöyle şurada dursun. Ben aslında yaz tatili nedir bilmezmişim a dostlar. Yani milletin tatil için çalıştığı 3-5 günlük şehirden kaçışları dört gözle beklediği zamanlarda, bende yine aynı söylem: "a a nedir canım bu böyle, nedir yani!?" Ama kimse bana demedi ki "öslemcim bak bu senin ekstra paran, bu da birbirinden güzel 3 tane arkadaşın, hadi siz şimdi yola çıkın."
Kışı övmeye yeltendiğim postta yaz tatilimi anlatıyorum, inanılmaz. Ceviz büyüklüğündeki zihnimin bana atacağı kazıklara karşı önlem olsun. Sonra kış kış canım kış bitanem kış demelere devam ederim.
27 Ağustos'tan 5 Eylül'e kadar rotayı şöyle çizdik. Akçay - Şirince - Dalyan - Antalya. O arada çok çeşitli yerleri ziyaret ettik. Bunda yakın arkadaş düğün tarihlerinin de yakın olması büyük etkendi elbet.
Ayaklar sudayken yenen köftenin tadıyla yol üstündeki gözlemecilerde yenilen gözlemelerin tadı kıyaslandı çokça. Cunda'da yenilen Ayvalık tostunun unutulmazlar arasına yazılmasının sebebini, Efes'te 100 liraya da satılsa alınacak olan bir damla suyun yokluğuna bağlamak; Kızılkayalar'daki küçük köy turunu taçlandıran yol kenarı yemişlerinin tazeliğini, dünyalar kadar geniş bir Antalya evinde yenen yemekte bulmak demek, ben 25 yaşıma kadar tatil yapmamışım demek. Bazı popülasyonlarda bir tür eziklik olarak kabul edilse bile, söylemekten gocunmadığım ve tüm deneyimlerime rağmen yine de "canım kış" diyebildiğim günlerin gelişine..
 
Hoş geldin canım kış.
Çiftçilere, sokakta yaşayan insanlara çok da şeyapmadan gel. Ben bekliyorum. Öptüm.
 

10.8.16

but first coffee ötesinde

Sabah bi kalktım sesimi kediler yemiş. Böyle mıymıntı bi hal. Meh diyorum sesli ve sessiz tekrarlar ediyorum. Sonra dedim kızım özlem haydi iş başına. Bi 15 dk katlanabildim. Sonra dedim kızım özlem kalk bi kahve bişey yap. Bi 5 dk daha devam ettim ama bi yandan discover weekly'nin de tadını çıkarıyorum. Yalan olmasın. Sonra dedim go go go.
Şimdi de go özlem go go go.

Ağustos sonu geliyor yola çıkmadan alınacak bi ton şey var piyuu.

4.8.16

bak yine normalleştik dostlarım

Siz de yapıyor musunuz bilmiyorum ama ben ara ara boşluk zamanlarımda kendi bloğumu açıp ne yazmışım ki ben neyi nasıl yazmışım neyi dinlemişim ay bi daha dinleyeyim diye geri dönüşler yaşıyorum. Bunun ah zaman geçiyor tabi güzelim kısmına şimdilik takılmamak isterken bazı bazı gördüğüm postlarla içim umutla doluyor bazısıyla yine yerle bir oluyorum.
 
Mesela dün yine ultra çalışma azmimi üstlenmiş ve 5-6 saat saat çalışmışken, bugün aynı azmi göstermek için motivasyona ihtiyacım olmamakla birlikte; bir çay molasında açtım ne yazmışım ne dinlemişim diye baktım ve bir post bana nerede olduğumu hatırlattı. Ha fiziksel olarak nerede olduğumu şu postla hatırı sayılır biçimde tekrarlıyorum. Aslında başka boyutta nerede olduğum. Word'ün kaçıncı sayfasında, kaçıncı kelimenin soru işaretinde olduğumu gördüğümde bahsettiğim şekilde bir umutlandım bir mutlu oldum. Aralık 2015'te 3.000 civarı olan kelimelerimi ve 13 sayfalık metnin şimdilerde  18.000 kelimede ve 50 sayfada olması konusu beni umutlandırırken şunu sormak da mümkün.
 
E tabi yaklaşık 8 ay geçmiş buradaki umut mudur?
 
Bilemem ben 3 aylık son deparları atmalı aylara girdiğimi hissettiğim zamanda bu posta rastlayıp biraz umutlanmak konusunda geç olmadığını düşündüm. Umuyorum öyledir çocuklar. 
 
 
Sonra bir de şu fotoğrafı ekleyip "kış gelecek, o kış gelecek" umudumla pencereden iki gram esinti daha rica edeyim.
Hate summer you know.
 

18.7.16

Hepiniz öldünüz ve ben hepiniz için, sizin hiçbirinize karşı tutmadığınız yası tutuyorum. Yazıklar olsun size. Topunuz, tüfeğinize de kemeriniz, sarığınıza da.