3.7.15

sucuk yağı

Ooo bakıyorum da en son 3 hafta kadar önce yazılmış.


Ooo o 3 haftada neler oldu da oluyor, olmalara devam ediyordu. Zamansal konumlanışını yitirmiş bir metinle daha çılgın atmaya geldim. En son, o gecelerde hazırlanan illegal paint posterler vardı. E tabi hep olsunlar. Ama ne sürreal şeylerdi onlar. Onlar bitti etti derken o arada kendimi bir yandan öyle güzel şeylere verdim ki, bir insan kendini ancak o kadar teslim edebilirdi. Tıpkı metni 'o'lara teslim etmem gibi. 

İşin en yeşilini listenin başına alıyorum.




29 Mayıs tarihli bir avokado yetişiyor sevgili gönül dostları. Dibinde ise onun yerinde olmayı dileyen kıskanç bir akraba edasıyla bir diğer avokado uyuşuyor. Onun geçmişi de çok eskiye dayanmıyor aslında. Ama yine de üstünden zaman geçmiş, kıskançlıktan çatlamış içe doğru büzüşmüş küçücük kalmış. Oysa ki her beyaz gibi uzattığı kahverengi saçlarını arkada küçük bir kuyruk yapmıştı.




Tüm o paint gevelemelerinden sonra dersleri geçtim tabi. Ama ne geçmek kardeş. Koşa koşa geçmişim yoruldum. Geri de dönmedim. Hızlı koşan atın boku seyrek düşermiş. Bu lafı doğrulayan bazı durumlar olduğu gibi yalanlayanları da mevcut. İnsan bisikletle kirpikleri uçuşurcasına hızlı gittiğinde aklındaki tek mesele çantadan düşürebileceği süt dolu şişe oluyor. Bu nedenle önünde giden motosikletlinin taşıdığı litrelik su şişelerinden çoğu yere düştüğünde ve asfaltın rengi siyaha döndüğünde yavaşlıyor fakat yardım edecek kuvveti kendinde bulamıyor. Acaba anonimin dediği bu bok meselesi burda hangi metaforu olumluyor? 
Bunları boşverdiğinde görüyorsun ki aslında toplum yararı adına geliştirilen çalışmalar oluyor. Hep olsunlar. Gözünü kapat. Ama attığın adıma dikkat et. Sağın sarımsak solun soğan değil. Her yanın tehlike ve parmaklarını kıpırdatmazsan okuyamazsın.

Sonra bi bakıyoruz yaz gelmiş. Geliyor yada en azından. Geceleri pencereden tatlı serin bi şeyler esiyor. Perde oynaşıyor. O sessizlikte de perdelerin takılı olduğu şu zımbırtıların sesi duyuluyor.  Plajlarda beachlerde at koşturulan sabahın erken, bizim arka bahçeye bakan balkonun az güneşli zamanlarında eldeki hamuru yoğuruyor ojeli parmaklar. Sen ne miniş minnoş hanimiş bişeysin. Güneşsiz akşamların balkonunda da hangi renk olduğunu bilmeden mavi kapaklarda karışan boyalar fırçanın ucundan tuvale yayılıyor. Ama ne yayılmak. Sonuç olarak biçilen pahalara rağmen iyi niyetlerle ve gönül rahatlığıyla hediye ediliyorlar. 

Haziran başlıyor. Bilmem hangi iyi şeylerin birikmesiyle de bir takım güzel şeyler peydahlanıyor. Tohumsuz topraktan semizotu çıkması gibi. Çıkıveriyor. Durduramıyoruz. Yuvarlanıveriyor hıphızlı bir kartopu gibi büyüdükçe büyüyor koştukça koşuyor yürüdükçe yürüyor konuştukça konuşuyor güldükçe gülüyor. Hep gülsünler.  

Bu güzellikleri gölgeleyemeyen bir siyasi iktidarsızlık örneği gözleniyor bir diğer yandan. Ama ne iktidarsızlık. İçimizin yağları bu kez kendimiz için eriyor. Kelebeklerimizi kendimize doğru uçuruyoruz. 

Özetlenen bunca şeyin sonrasında neler olacak peki? Geçmişin şimdiyi etkilediğini kabul etmişiz zaten hadi. Geleceğin şimdiye etki ettiği noktalarda nerelerdeyiz? Ben biliyorum. Bilet tarihleri kesin olduğu için bilebiliyorum. Bayramın ilk gününü ailemle geçiremeyecek olduğumu biliyorum. Beni üzen yegane şey bu. Bi daha olmasınlardan. Sabah bayram namazından dönen kimseyi beklemeyeceğim ama şu bizim balkonda geleneksel bayram menümüzün belki 10da 1ini, yine demirbaşı eksiltmeden, hiçbir akrabalık ilişkimin bulunmadığı biriyle paylaşacağım. Ve bu o kadar heyecanlı ki. Bulaşıkları ben yıkayacağım mesela. Çok heyecanlı. Ardından coğrafi konumları birbirine yakın iki farklı şehre doğru yola yine birlikte çıkacağız. Şu yaşımda uçağa el sallayacağım.


Arap sen yazma bokunu çıkarıyosun.


Bir takım iyi niyetlerle yapılmış birçok şeyden birkaçı da şunlar oluyor:
 ve ardından 8km pedal çeviriyorum.







                      

















1 yorum: